Cape Town 1.Gün
Waterfront Bölgesi
Masa dağı teleferiği hava bulutlu veya rüzgarlı olunca kapanıyor o yüzden günlük güneşlik bir sabaha uyanınca ilk iş oraya gidelim dedik. Ama kahvaltı ederken resmi websitesinde “kapalı” uyarısını görünce bir de telefon açtım teyit etmek için. Çok tatlı bir kadın güzelce siz başka program yapın deyince biz de Waterfront’a yürüyüp alışveriş yapmaya karar verdik.
Kiraladığımız ev Greenpoint’te olunca Waterfront’a yürüyerek gidip manzaranın tadını çıkarma şansımız oldu. Çok keyifli bir yer, özellikle de turist kalabalığının olmadığı sabahın erken saatlerinde!
Akşama kadar dolaşıp alışveriş yaptık. Normalde tatilde alışveriş pek tarzım değildir ama aylardır Türkiye’ye gidemeyince saç boyası ve kişisel bakım ürünleri gibi temel ihtiyaçları halletmem gerekiyordu. Arada Zara’yı da boşaltmış olabilirim 🤣.
Chicago The Musical
2002 yapımı Chicago filmini izlediğimden beri hayalim orjinal Broadway müzikalinin canlı performansını görebilmekti. Kısmet neredeyse 17 yıl sonra Cape Town’aymış! O yüzden açılış sahnesinde “All That Jazz” şarkısının ilk yarısını gözlerim dolduğu için tam izleyememiş olabilirim 😅. Baştan sona inanılmaz bir performanstı ve bu gezinin en unutulmaz anlarından biriydi!
Zaten yasak ama gösteri boyunca telefonu çıkarmak aklımıza bile gelmedi. Oyuncular selam verdikten sonra dayanamayıp orkestra ve şefin vedasını çektik ama.
Cape Town 2. Gün
Helikopter Turu
Cape Town Helikopter turunun tarih ve saatine bir hafta önce havacılıkta takip ettiğimiz hava/rüzgar durumu websitelerinden bakarak karar vermiştik. Tam da isabet oldu, hava pırıl pırıldı. NAC Helicopters‘ın Waterfront’taki pistine yine yürüyerek gittik. Herkesin cam kenarında oturması garanti olsun diye üç kişilik helikopteri seçtim, böylece özel tur gibi de oldu.
Cape Town’u gökyüzünden görmek tarif edilemez bir deneyimdi. Kişi başı 120 dolar da bence göreceli olarak makul bir fiyat.
Cape Town Şehir Merkezi ve Greenmarket Meydanı
Helikopter turundan sonra Uber ile şehir merkezine gidip St George’s Katedrali’nde indik. Bu arada benim Uber ödeme ayarlarım Tanzanya’dan nakit kaldığı için sorun yaşamaya devam ediyordum. Güney Afrika’da insanlar pek nakit taşımıyorlar ve kredi kartı kullanıyorlarmış. Sultan’la ben arabada beklerken Ozan da, parayı bozdurabilmek için, parktan erik alıp geldi 🤭.
Sonra The Company’s Garden Parkı ve Parlemento binasının oraları dolaşıp Greenmarket Square’deki pazar yerine doğru devam ettik.
Öğlen yemeği için meydandaki Mesopotamia’a restoran’a gittik. Tam bu esnada kilise korosu yanımızda durup şarkı söylemeye başladı.
İlk başta çok hoşumuza gitti ama beşinci şarkıdan sonra biraz yordu! Bu arada ertesi gün için araba kiralamamız gerekiyordu onu araştırdık. Websitesinde sorun olunca direk Avis’in ofisine yürüdük. Zaten sokakları keşfetmek için bahane arıyordum işime geldi. Hava hala açık olunca ertesi sabaha planladığımız Masa Dağı programını da akşamüstü yapalım dedik. Sıra beklememek için de biletlerimizi websitesinden aldık.
Yol boyunca çok cici sokaklardan geçtik. Bana Los Angeles’ı anımsattı. Gerçekten çok güzel bir şehir: yeşil, temiz, ferah, tarihi dokusunu korumuş.
Masa Dağı, Teleferik ve Gün Batımında Cape Town
Döne döne tırmanarak teleferik istasyonuna vardık. Özel bir park alanı yoktu, zaten yer de yoktu. Biz de yol boyunca kenara park etmiş arabaların arasında, ilk boş yere park ettik.
Teleferik kabini yuvarlak ve yukarı çıkana kadar kendi ekseni etrafında tam bir tur atıyor. Böylece herkes her yeri görmüş oluyor. Ama kenarlara tutunamayınca insan istemeden de olsa biraz rahatsız oluyor, ehem 🤭.
Teleferikten iner inmez kendimizi korkunç bir kalabalığın içinde bulduk.
İnternette okumuştum ama bu kadar da kalabalık olabileceğini düşünememiştim. Aşağıya iniş sırasında yüzlerce insan sıra bekliyordu! Neyse ki çok geniş bir alan ve bir kaç yüz metre yürüdükten sonra kimsecikler kalmadı.
Son teleferik saat 6’da olduğu için gün batımını beklemeden sıraya girip aşağıya inmeye karar verdik. Çünkü hem sıra çok uzundu, hem de yukarıda insan kalsa bile dükkanı kapatıp gidiyorlarmış!! Yukarı çıkan bir patika vardı ama gündüz vakti bile beni kimse oradan yürütemezdi!
Tam sıranın olduğu yere gelirken aşağıdaki muhteşem manzara noktasını fark ettik. Çok güzel fotoğraflar çıktı.
Bir buçuk saat falan sırada bekledik! Aslında manzara çok güzel, gün batımını da rahat rahat izledik ama son teleferiği kaçıracağız diye o kadar gerildim ki!
Bu kadar insan dağın başından eve nasıl dönecek? İnsan kuyruğunun üstüne bir de ana yola kadar trafik milim milim akınca akşamki programımıza bir buçuk saat geç kaldık. Neyse ki masamızı başkasına vermemişlerdi. Peki değdi mi? Evet kesinlikle değdi!
Mama Africa Restoranı
Arabayı evde bırakıp Uber ile restoran’a geçtik. Cape Town’un ünlü barlar sokağı Long Street’te gündüz yürüyerek dolaşmıştık ama gece sokakta yürümeyi kesinlikle tavsiye etmiyorlar. Şöförümüz de elimizde telefonla yürümememiz konusunda bizi uyarınca arabadan indiğimiz gibi oyalanmadan restorana girdik.
Çok otantik bir restorandı, canlı müzik de vardı ama biz ünlü av hayvanı yemekleri için gitmiştik. O yüzden aşağıdaki menüyü sipariş ettik. Etlerin hepsi çok lezzetli ve yumuşaktı.