Cape Town Merkezden Tepelerdeki Üzüm Bağlarına
Üzüm bağları ve şarap imalathanelerinin olduğu bu bölgeyi son güne bıraktık. Hem göreceli olarak sakin bir aktiviteydi, hem de son ana kadar program yapmamızı gerektirmiyordu.
Sabah erkenden kahvaltı için, bir haftadır müdavimi olduğumuz, Shift Espresso Bar’a gittik. Garson kız artık geldiğimiz gibi “iki cafe latte bir çay değil mi” diyordu 😂.
Sonra da ünlü Bo Kaap bölgesinin renkli evlerini görmeye gittik. Normalde nasıldır bilmiyorum ama sabah erken saatlerde neredeyse kimse yoktu.
ilk geldiğimizde aşağıdaki yerde resim çekilen bir çift vardı. Biz yarım saat dolaşıp geldik hala orada aynı pozun beşbininci versiyonunu çekiliyorlardı.
Vaktimiz kısıtlı olduğu için çok oyalanmadan Greenmarket meydanındaki pazar yerine yürüyüp bir kaç hediyelik eşya aldıktan sonra yola çıktık.
Stellenbosch ve Spier Wine Farm Üzüm Bağları
Avrupalı sömürgecilerin 1600’lü yıllarda yerleşmeye başladığı bu bölge, doğası ve iklimiyle Akdeniz bölgesini, üzüm bağları ve çiftlikleri ile de Toskana’yı andırıyordu. Yollar da Avrupa standartlarında olunca araba yolculuğu çok keyifli oldu.
Bölgede bir çok çiftlik var ama biz arkadaşımızın tavsiyesi üzerine bölgenin en eskilerinden olan Spier Wine Farm şarap çiftliğine gittik.
Otoparktan restorana doğru yürürken sevimli bir gölete denk geldik. Hemen yanında da harekete tepki veren, Spier’in şarkı söyleyen taşlarını gördük, daha doğrusu hepsini tek tek denedik. Sesli videosu için instagramdaki Cape Town hikayelerime bakabilirsiniz (tıklayın).
Çiftliğin içindeki dört farklı restorandan biri olan Eight restorana gittik.
Ağaçların gölgesinde çok keyifli bir öğlen yemeği yedik. Şarap tadımına gitmedik ama yemekle beraber tatlı şaraplarını denedim, gayet güzeldi. Zaten Gürcistan’ın tatlı şaraplarından sonra Güney Afrika’yı neredeyse kafa kafaya ikinci sıraya koyarım, bayıldım.
Yemekten sonra sanat atölyesini ve açık hava sergisini gezdik. Doğasına ve bahçe düzenlemesine bayıldık. Aslında buraya gelince 1-2 gün kalmak lazımmış, şantiyeden sonra tam kafa dinlemelik bir yerdi.
Franschhoek Kasabası
Franschhoek, Güney Afrika’nın en eski kasabalarından biriymiş. Zaten sokaklarda yürüyünce gözden kaçacak gibi değil 😅. Yine yeşillikler içinde tertemiz sokaklar, orjinali bozulmadan restore edilmiş birbirinden güzel evler… Hem içim açıldı hem hüzünlendim…
Hava kararmadan Cape Town’a geri dönmek istediğimiz için kahve ve tatlı molası verdikten sonra ana caddede kısa bir yürüyüş yapıp kasabadan ayrıldık. Biraz da alışveriş yapmış olabiliriz, çok tatlı şeyler vardı.
Cape Town’da Son Akşam ve the Crypt Jazz Restaurant
Türkçesi “Yeraltı Türbesi” anlamına gelen the Crypt Jazz restoran gerçekten de St George’s Katedralinin bodrumundaydı!
Ozan’ın doğum günü olduğu için önceden araştırıp rezervasyon yaptırmıştık. Canlı müzik fena değildi ama şansımıza Jazz değildi! Jazz dinleyeceğiz diye gidince insan ister istemez hayal kırıklığına uğruyor. Ama eğlendik tabi çok farklı bir atmosferi vardı, yerel şarkılar dinledik. Hatta instagram hikayelerimde dinleyebilir siniz (tıklayın)
Uçağımız sabah erken saatte olduğu için saat 10 gibi hesabı istedik ama pos makinası bir türlü çalışmadı, son gün olduğu için nakitimiz de çok azdı. Garson kız önce biraz daha oturun eninde sonunda çalışır dedi ama bekledikçe sabırsızlanmaya başladık o da yakında atm var isterseniz nakit çekebilirsiniz dedi. Yani dikkat etmeniz gereken tek şey gece sokakta yürümemekken o saatte kimse beni atm’den para çekmeye gönderemezdi! Bouncer / fedaimiz de sizinle gider dedi hatta, çok ciddiydi 🤦♀️ . Baktık olacak gibi değil başladık cepleri boşaltmaya, üç ordan beş burdan derken üstümüzden tam para çıktı, kuruş artmadı ama! Tabi bahşiş yok.
Böyle aksilikler her yerde insanın başına gelebiliyor tabi ki. Güney Afrika’da gördüğümüz, gezdiğimiz her yere, insanlarına ve özellikle yemeklerine bayıldık. Kesinlikle tekrar gidip, hem Cape Town’un tadını çıkarmak hem de Kruger Park ve Panorama Rotası gibi yerleri görmek istiyorum.