Venedik
Sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra otelimize en yakın S. Marcuola-Casino’ DX iskelesinden San Marco meydanına giden deniz otobüsüne bindik. Hava yağmurlu ve soğuktu, ilk başta Ozan’la birlikte dışarda durup Venedik manzarasının tadını çıkarayım dedim, ama dayanamayıp içeriye girdim.
Ara duraklardan birinde tekneye Robin Hood filmindeki gibi kahverengi elbiseli, halattan kemerli rahipler bindi. Çoğu o soğukta terlik giymişti! Ayıp olmasın diye fotoğraflarını çekmedik.
Kendi adası olan Chiesa di San Giorgio Maggiore Kilisesi.
Deniz otobüsünden indikten sonra San Marco meydanın aksi istikametinde yürüyüp ara sokaklara daldık.
Eminim Campo Bandiera e Moro Meydanı ilkbaharda yemyeşil ağaçları ve kırmızı banklarıyla çok daha güzel oluyordur.
San Marco Bazilikası’nın dış cephesi bile başlı başına bir sanat eseriydi. Özellikle giriş kapısının üstündeki at heykelleri çok heybetliydi. İçeri girmediğimiz için fazla oyalanmadan yolumuza devam ettik. Ponte dell’Accademia köprüsünden karşıya geçip güneye yöneldik.
Sokaklarda dolanırken tesadüfen bir gondol atölyesine denk geldik ama bu havada kimse çalışmıyordu.
Hemen yanında Chiesa dei Santi Gervasio e Protasio Kilisesi vardı. Aralık ayı olmasına rağmen ana yollar çok kalabalıktı ama buralarda bizden başka kimsecikler yoktu.
Buradan kuzeye doğru yürümeye devam edince San Barnaba kilisesinin önüne çıktık. “Le Macchine di Leonardo” afişlerini görünce hemen içeri girdik.
Kilisenin içindeki kalıcı sergide Leonardo Da Vinci’nin çizimlerindeki makinelerin çalışan modellerini yapmışlar. Kırmamak şartıyla bazılarını denemeye de izin veriyorlardı.
San Barnaba kilisesininden çıktığımızda artık iyice acıkmış ve üşümüştük. Yol üstünde dilim pizza satan küçük bir kafe görünce hemen oturduk. Açıkçası Pizzerialarda satılan geleneksel İtalyan pizzalarından çok daha lezzetliydi. Ucuz olması bi yana, bizim damak tadımıza uygundu. Diğer kafeler gibi burası da aynı zamanda bardı. Sıcak kahvemizi de içtikten sonra Volterra’da denediğimiz, digestive denen içkiden birer shot içelim dedik ama markayı bilmiyorlardı. Kız da benzer ne varsa çıkarıp tattırdı. Ben karar verip masaya dönene kadar içim baya ısındı anlayacağınız 😂.
İyice dinlendikten sonra kuzeye, Ponte di Rialto köprüsüne doğru yolumuza devam ettik.
Şimdi haritaya bakınca görüyorum ki boşuna yorulmamışız. Neredeyse 8 km yol yürümüşüz.
Avrupa’ya İlk Adım – Neye Niyet Neye Kısmet – ilk yazıya dönmek için tıklayın